
5. Baskı
Habeşistan dağlarında doğan bir kara çocuğun, oradan Osmanlı sarayına, Harem’e doğru yönlenen acı dolu bir yolculuğunun hikayesi…
Damgasız, özgür doğmuştu. Ailesinin sevdiği, umut beslediği bir çocuktu. En sevdiği yer orman, iş de avlanmaktı.
Erkekti Guban. Avcıydı. Babasının orman ve av arkadaşıydı. Ailesinin, kabilesinin övündüğü gençlerden biri, güçlü bir savaşçı olacaktı. Kabilesinin güzel alımlı genç kızlarının gönlüne girecek, evlenecek, çocukları olacaktı.
Bunların hiç birisi olmadı.
O, Harem’de görevli bir hadım, bir karaağa olarak sürdürdü hayatını.
Bir zamanlar sahibi yoktu Guban’ın. Ailesi, sevenleri vardı.
Guban damgalandığı gün insanlıktan çıkışının işaretini de almıştı.
O artık bir köleydi.
Koptu ve yere düştü organ…
Organ ölmüştü.
Yazık ki Guban yaşıyordu.
Başındaki kıvrım kıvrım saçlarının en ucuna kadar hissetti acıyı Guban. Ayak parmaklarının en uzuna kadar… Ellerindeki parmaklarının en ucuna… Acı vücuduna yayılmış, vücudu acı olmuştu. Boş hiçbir yeri kalmamıştı acımayan. Gözleri açılmıştı acıdan. Dili sarkmış, ağzı açık kalmıştı.
Sarsıldı. Sesi kısılmıştı attığı acı çığlıklardan. Derin derin üfleyerek nefes alıyordu acısı dinecekmiş gibi.
“Ölmek istiyorum! Ölmek…”
Guban eski Guban olmayacak. Ona kimse erkek demeyecek, ondan erkeklik beklemeyecek. Eksikli bir zavallı olarak sürdürmek zorunda kalacak hayatını. Organsız, etkisiz ve yıkık… Küçümsenerek bakılacak Guban’a.