
3. Baskı
Sultan IV. Murat, yaşanan çok kanlı taht kavgalarının ardından oturmuştu Osmanlı tahtına.
Babası Sultan I. Ahmet, Annesi Mahpeyker Kösem Sultan…
Çok küçüktü padişahlık için.
Henüz on iki yaşındaydı.
Sıra ona gelmişti ancak hazırlıksızdı.
Kendisi istememişti tahtı. Başlangıçta, yaşananları anlayamamıştı bile. Ne olduğunun farkında değildi. Sen padişahsın, hünkarsın, halifesin, demişlerdi.
Bir yandan büyüyecek, bir yandan öğrenecekti.
Kan görmüş, ölüm görmüş, isyanlar, zorbalıklar ve ihanetler görmüştü.
Öğrendikleri de kan ve ölüm ikilemi içindeydi.
Zaman hızla geçecek, Sultan Murat gücüne, kudretine kavuşacak ve devleti ele alacaktı.
Yönetme erki için yaşadıkları örnek olacaktı ona.
Ölümü, baş almayı, kan dökmeyi bir yöntem olarak seçecekti.
Kimseye acımayacaktı.
Sultan Murat çağında baş yitirmek; boyuna keskin bir kılıç yemek, bir ilmekle nefessiz kalmak o kadar kolaydı ki. Bir değişiklik, bir hareket, bir söz yeterli olabilirdi bunun için.
Bir yanlış adım…
Ya da doğru bir adım…
Hiç fark etmezdi.
Devletin içerde ve dışarda derdi çoktu. Bunları defetmek için büyük bir irade gerekiyordu.
Bu iradeyi kendisi elde etti Sultan Murat ve korkusuzca kullandı.
Boyun eğmezdi Sultan Murat. Güçlüydü, cesurdu. akıllıydı.
Her şeyi görmüş, anlamıştı.
Fitnenin çözümünü biliyordu.
Cesaretle gitti isyanların ve zorbaların üzerine. Düşmanlarını kanla sindirdi.
Başardı!
Sultan Murat vardı.
Onun yasakları vardı.
Devlet kendine gelmiş, zorbalar sindirilmişti.
Tahtını korumak için kardeşlerine bile acımadan kıydı Sultan Murat.
Ordusunun başında seferlere çıktı. Zaferler kazandı.
Bağdat’ı geri alıp, “Bağdat Fatihi” unvanını kazandı.
Daha da ötesini istiyordu. Büyük düşleri vardı gerçekleşecek!
Ömrü yetmedi.
Yirmi sekiz yaşında göçtü bu dünyadan.
Adı kaldı!