Yaşım 60’lı yıllara değince değil, daha öncesinde de usumun bir parçasını, hem de büyük bir parçasını kullanamadığım yılları anarım, yaşadığım yılları yaşayamayan Ülküdaşlarımı düşünür, yanarım.
İnanmanın ötesinde hiçbir duygunun, gücün yaptıramayacaklarını yapmaya davranan, koca, ulu bir kuşak, varlıkla yokluk arasında bir yerlerde, gelip geçti acundan. Üstelik gelecekte akbabalaşan sürgünlerinin beğenmediği, ayıpladığı, küçümsediği uçmaklıkların anılmadığı ya da yalnızca küçük bir vefalılar gurubu tarafından anıldığı, sosyal medyanın değişik çeşitlenemelerinde adlarının yazıldığı, yaptıklarının, yaşadıklarının, doğru-yanlış anlatıldığı, bencileyin Destancıların yetersiz ellerinde yazdığı, okuyanın az olduğu birkaç kitapta, yetersiz anlatılarla anlatılmaya çalışıldığı…
Yitik Ülkücüler…
Belki, Mevlüt, denilen, sırf yapılmış olmak için yapılan anlamsız ve yararsız bir toy üzerinden ya da lokma, helva tipi anma çabalarında, sözde anıldığı…
Yitik Ülkücüler…
İnandıkları düşüncelerin kötülendiği, inandıkları bağlandığı Başbuğ’un küçümsendiği, yerine oturanın bile, bayramlarda, elinde bir ibrik ile salar sulamayla geçiştirildiği, salarlarının bağımsız, sahipsiz, yalnız bırakıldığı…
Yitik Ülkücüler…
Onları anlatamaya çalışanların bile ötelendiği, kızıldığı, yoldaşlarının, yaşıtlarının, devrelerinin, itildiği, ötelendiği, unutturulmaya çalıştığı…
Yitik Ülkücüler…
Karşı yandaki sahiplenmeleri hep kıskandım. Kıskandıkça utandım. Bit kadar öykülerini, abartılı sinema, tiyatro, makale izlerinde yüceltmelerini… Bit kadar kahramanlarının kitaplarının yüz binlerce satmasını… Bit kadar kahramanlarının, diğer yanda da hatta bilmeyen gençler tarafından bu yanda da övülmesini…
Bir yerlerde bir tuhaflık var. Bir yerlerde bir bozukluk, çürüklük…
Bir gün, bir sosyal medya hesabında, kendini bu yandan göstermeye çabalayan bir bozuk tipin, sırf öykü edinmek için bizlere yanaşması ve tanışmamız sonrasında, Yitik Ülkücüler hakkında tuhaf sözler etmesine karşılık, özelden ona bir mesaj göndermiş ve aynen şöyle demiştim.
“Bak Arkadaş, hem bu yandan görünüp hem de bu yana kara çalmak, yaşayan, uçmaklık, çileler çekmiş, sayrılamış, kendine bir oğuş kuramamış, iş bulamamış, yıllarını gurbette sürgün geçirmiş Yitik Ülkücülere, usuna düştü, diye, saçma sapan sözler ediyorsun. Bak arkadaş, bu yiğitler uçmaklık ya da yaralı… Bu yiğitler, senin şimdi sırıtarak, şımararak yaşadığın yaşlarını yaşayamadılar. Sen bilmezsin haddini, anlayamazsın onların haklarını; Vallhi de Billahi de hepimizin üzerinde büyük hakları var. Ben bu yükü taşımaktan yorgunum. Sen rahatça o çağa, o çağdakilere saydırıyorsun. Koruyan yok, karşı çıkan yok, sözde bir örgüt var, aslında yok, sözde bir parti var, aslında yok, sözde bir lider var aslında yok; boş buluyorsun alanı, sallıyorsun lafını. Ama seni uyarıyorum. İnanmış, gerçekten inanmış, inandığı için vurmuş, vurulmuş, ölmüş, öldürmüş, dayak yemiş dayak atmış; o yiğitlerin, analarının, atalarının, kandaşlarının, çocuklarının, yeğenlerinin, çileye ortak olan bütün yakınlarının, acıyı ölene dek yaşayan bütün yakınlarının; bir Ahhh, demesi var. Ahı var ahı. Sana acımam da çocuklarına acırım. Yapma bunu. O çağın gül goncası gençlerine söz etme. Sevmesen de söz etme. Vallahi de billahi de bu Ahhhh çoluğundan çocuğundan çıkar. Anlayamazsın ne olduğunu. Acı yaşarsın. Yapma, kem söz etme bu yiğitlere. Çoluğuna çocuğuna acı.”
Yazdığım buncaydı. Ama o pis ağızlı rezil, bu sözlerimi alıp, kendince değiştirdi. Çoluğuma, çocuğuma söz etti, dedi.
Yine diyorum, uyarıyorum, yalnızca ve yalnızca, inandıklarını için, kendilerini, oğuşlarını perişanlığa, acılara yükselten yiğitlere, kem söz etmeyin. Ahhhh var Ahhhh. Çıkar bir yerden.
Çünkü, kimseleri yoksa da Allah’ı vardı onların. İnançları vardı. Ülkücüleri vardı. O adına, şu adına, hele hele Ülkücülük, Türkçülük adına, bu orunları taşıdığını sanıp, her biri pırlanta her biri suçsuz, günahsız Yitik Ülkücülere, ileri geri sözler ederseniz, Vallahi Billahi, Ahhhları, yedi göbek torunlarınızdan çıkar.
Yineliyorum!
Sahipsiz olanın sahibi Allah’tır, inancında olanları, ıduk yer de unutmaz, Kutlu Gök de unutmaz. Ettiğiniz her kem söz, bin misliyle size döner. Yanarsınız. Yapmayın. Tin vardır ve ölmez.
Tinler ölesi değil, diye bildik biz.
O yiğitlerin tinleri, sanmayın ki sahipsiz!
Bir karanlık hücrede, yıllarını geçirenler… Demir parmaklıklar arkasında, gençliklerini çürütenler… Rezil düzenin, rezilliği sürsün, diye, darağaçlarında can verenler, öylesine inanmışlardı ki çileler çekseler de, analarının, atalarının cenazesine gidemeseler de yakınlarını, sevdiklerini, şöyle, doya doya göremeseler de sarılıp öpemeseler de aç, açıkta, savunmasız kalsalar da bir teki bir teki bile pişman olmadı yaptıklarından. İçlerinde, idama giderken, ağlayan, titreyen, korkan olmadı. Abdestini almayan, namazını kılmayan olmadı. Çürüttükleri yılların hesabını bizlere HARAM edenler olmadı.
Siz de yapmayın! Kancıklık, kahpelik etmeyin!
Bu gözler neler gördü. Bu kulaklar neler duydu.
Başbuğ’un mezarı başında dövüleni de gördü, liderin buyruğu deyip ezileni de… Yapmasaydınız, etmeseydiniz, diyenleri de…
Unutturmamak için yazdığım her satırda, ne yaşıma be başıma ne erliğime aldırmadan gözyaşı döktüm. Bunları yazarken de ağlıyorum. Çünkü, bu çağda, üç paralık koltuk için susanları, kin kusanları, unutanları gördükçe; o yiğit yaşam sürgünlerinin çektikleriyle karşılaştırdıkça, eziliyorum.
Yaşananları beğenmeyen yeni yetmesinden, o çağda korkudan ortalıkta görünmeyen, bu çağda kocamış yaşında, Yitik Ülkücülere söz eden kancık puştları gördükçe, duydukça, yaşamaktan iğreniyorum.
Çok katlı kâşanenin odalarında, koridorlarında, fink atan ödleklerin, kocaman, eşsiz, benzersiz bir savaşa söz etmelerine, dayanamıyorum.
Bir gariplik bu işte. Sanki o yiğitler suçluymuş gibi, yanlışmış gibi söz eden kahpelerin, o zor günlerde, saklandıkları odaların, sedir altlarının dili olsa da yiğitle it belli olsa…
Yitik Ülkücüler…
Acunun en temiz, en er, en cesur en mert en özverili savaşçıları…
Susup, köşesine çekilenden, bir dilim ekmeğe muhtaç olandan, aranıp sorulmayandan, itilenden, ötelenenden, ev kuramayandan, çocuk sahibi olamayandan, haykıranına, bağıranına, ortaya çıkıp, gereksiz konuşanına kadar, hepsi birer kahramandılar. Unutulmak hakları değildi. Unutuldular.
Biz de gidince, üzerimize toprak atılıp suskunluğa aday olunca, o neslin, altmışlara yetmişlere yaşı dayanan, rastlantı üzerine yaşayanları da yok olunca; köksüz kalacaksınız. Soytarıların peşine düşüp, o artistin, bu şarkıcının ölümünde, baş sağlığı mesajları yayınlayacaksınız.
Utanmıyorsanız, diğer yana bakın.
Onların, bit kahramanlarını sahiplenmelerine, sizin de sahiplenmenizi sağlamalarına; sanatçılarının, romancılarının, tarihçilerinin o bit kişilileri anmalarına bakın! Utanın!
Yanlışın büyüğü, örgütçülük oyunu yapan, bir avuç soytarıda.
Bunlar içinde, Ülkücü eti yemeye meraklısı çok. Koca koca adamlar, bir avuç uğursuz menfaatin izinde, geldikleri yeri borçlu oldukları kişilerin adını bile anmıyorlar. Utanmasalar, Başbuğ’un adını da anmayacaklar. Utanmadan, beş paralık değeri olmayan kişilerin resimleriyle aynı boyda yapmazlardı Başbuğ’un resimlerini.
Onca gencecik, 14-15-30-25 yaşlarında, kendilerini, yaşamlarını, oğuşlarını, geleceklerini, çocuklarını feda edecek kadar yürekli Bozkurtlara söz söyleyecek yetiyi kendilerinde gören ucuz yaratıklar; Yitik Ülkücülerden, birinin yaşadıklarının binde birini yaşayın da size erkek diyeyim. Alnınızdan öpeyim.
Kızgınım, üzgünüm, çaresiz, umarsızım. Elimden yazmaktan başka bir iş gelmiyor. Yazıyorum, okuyan yok. Artist hareketler, tuhaf sloganlar, koskoca bir tarihi kirletmekten başka bir işe yaramıyor.
Tarihlerini bilmeyen Ülkücü olur mu?
Şehitlerini anmayan Ülkücü olur mu?
Geçmişini kötüleyen, büyüklerine saygısız, Ülkücü olur mu?
Yitik, dedim onlara, sizin sayenizde, yitip gittiler.
Oysa siz de yittiniz.
Farkında değilsiniz.
Koca bir geçmişi, ümmetçi, dinci yapılara yağış ettiniz. Buna öncü olanların ardından gittiniz.
Sözde varsınız, ama tükendiniz, tükettiniz.
Hep söylerim. Ülkücü Hareket’in üzerinden, satılmış generallerin buyruğundaki tank geçti. Ezdi Ülkücüleri. Kutlu cesetleri ortada kaldı öylece. Ezilmiş. Ne salası okundu ne namazı kılındı. Ne saları var ne de adı. Ne hesap soruldu. Ne öç alındı.
Öylece sessiz kalındı.
Ben bu kocamış yaşımda, hâlâ anlatmaya çabalarken benzerim bir avuç kişi gibi; o kutlu günleri, o yiğit erleri; birileri, yaşadığını, günü kurtardığını sanan insan müsveddeleri.
Acımasızlığın en üst zirvesidir unutulmak.
Kalleşliğin en büyük izidir unutmak.
Koca bir kuşak, yitti gitti.
Onlar bitmedi, ama Türklük bitti.
Ne dağda adımız var, ne ANDIMIZ ne öykümüz.
Saki hiç yaşamadık, ölüyüz.
Bir keresinde; çektiklerini anlatmaktan bile çekinen bir ulu Ülkücü’ye sordum ki: Üzülüyor musun olanlardan, unutulmaktan?
Acı acı gülümsedi. Biz yaptıklarımızı, bilinsin, diye yapmadık ki, inanmak bizim tek suçumuzdu. Aynı inancı bugün de taşıdığımdan, asla üzülmüyorum. Demek ki yazgıydı, gerekliydi, bize erlik buyuruldu. Er olarak yaşadık, erce ölmek yaraşır. Bilinse de bilinmese de…
Çok az kaldı son izlerin de silinmesine.
Çok az kaldı, bilinmesi gerekenlerin bilinmesine.
Siz unuttunuz, ama Türk yağıları unutmadı.
Kimisi, puşt bir kazaya yağış gitti.
Kimisi karşı dağ başında yapış gitti.
Kimi kendi kendine ve sessizce
Kimi nedenli kimi nedensizce…
Karşı yana bakın!
Bit kadar kahramanlarına sahip çıkmasına…
Hatta, sizi de buna ortak etmesine…
Orada, burada, şurada, unutturmamak için verdikleri kavgaya…
Bakın ve…
Çok azaldı o çağın tanıkları.
Yakında tarihsiz kalacaksınız, köksüz kalacaksınız, işte o zaman tükenip, anlayacaksınız.